Sen!
Evet sen!
Rüzgârın bana getirdiği
Aniden önüme düşürdüğü o tane
Toprakla yeşeren tohum misali fidan…
Sen!
O büyük bir tarla vaat eden
Hani ihtimamla ektiğim suladığım,
Can suyunu tüm sevgimle verdiğim
Başında yeşermeni beklediğim Sen…
Sen’i gördüm topraktan yüzeye çıkarken
Filizlenirken, dallanıp yapraklanırken
Tam meyve verecektin ki ne oldu sana?
Havadan, sudan, topraktan mı etkilendin?
Zaten hep havadan sudan değil midir?
Durduran o filizin uzamasını, dallanmasını
Aşkın meyvesini vermesine engel olan
Sona neden olan, sonsuzluğa engel olan
Hep havadan sudan bir bahane değil midir?
Peki, kabahat kimde?
Havada ya da suda
Belki de tohumu atan bahçıvanda…
O tohum rüzgârla gelmemiş miydi?
Aniden önüme düşmemiş miydi?
Tohumu bulduğumda bahçıvan olmuştum
Sulamaya çapalamaya koyulmuştum…
Yeşermesini beklemeye, uzamasını görmeye
Filizden meyve olmasını umarak zaman aktı…
Bilmeden bahçıvan olmanın sonu işte bu!
Toprak, su ve tohum uymadı birbirlerine
Gerçekte kusur ne tohumda ne de fidandaydı
Kabahat sadece bahçıvandaydı
Ya da bahçıvan olmaya kalkandaydı…
Bojidar Çipof
14 Eylül 2010 Yeşilköy
http://www.antoloji.com/sen-ve-soru-isaretleri-siiri/