Deryada sonsuzlugu zikretmeye ne zahmet!
Al sana, derya gibi sonsuz Karacaahmet!
Göbeginde yalanci sehrin, sahici belde;
Ona sor, gidenlerden kalan sey neymis elde?
Mezar, mezar, zitlarin kenetlendigi nokta;
Mezar, mezar, varliga yol veren geçit, yokta...
Onda sirlarin sirri: Bulmak için kaybetmek.
Parmaklarin saydigi ne varsa hep tüketmek.
Varmak o iklime ki, ugramaz ihtiyarlik;
Ebedi gençligin taht kurdugu yer, mezarlik.
Ebedi gençlik olum, desem kimse inanmaz;
Tas ihtiyarlar, servi çürür, olum yipranmaz.
Karacaahmet bana neler söylüyor, neler!
Diyor ki, viran olmaz tek bucak, viraneler,
Zaman deli gömlegi, onu yirtan da olum;
Ölümde yekpare an, ne kesiklik, ne bolum...
Hep olmadan hiç olmaz, hiçin ötesinde hep;
Bu mu dersin, taslarda donmus sukuta sebep?
Kavuklu, basörtülü, fesli, basacak taslar;
Taslara yaslanmis da küflü kemikten baslar,
Kum dolu gözleriyle süzüyor insanlari;
Süzüyor, sahi diye topraga basanlari.
Onlar ki, her nefeste habersiz öldügünden,
Gülüp oynamaktalar, gelir gibi dügünden.
Onlar ki, sifirlarda rakamlari bulmuslar,
Fikirden kurtularak, ölümden kurtulmuslar.
Söyle Karacaahmet, bu ne acikli talih!
Taslarina kapanmis, agliyor koca tarih!
Necip Fazıl Kısakürek
http://www.poemhunter.com/poem/karacaahmet/